Cumamız Mübarek Olsun. (Bakara 28. Ayet : "Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki, ölü...
Ey yüce Rabbim; Yaraları saran sensin, Hüzünleri gideren sensin, Acıları dindiren...
( Al-i İmran 15.Ayet: ) " (Resûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi?...
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ. Tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun, Allah rahmet eylesin...
Moğolistan'da hava çok soğuk, ihtiyaçları var, Mümin kendi nefsimizi düşündüğümüz gibi az da olsa, Ümmeti de düşünmek gerek. Allah razı olsun cümlemizden. Amiin.
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“(Hakikatte) mücâhid, nefsine karşı cihâd eden kimsedir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 2/1621; Ahmed, VI, 20)
Merhum Necip Fâzılʼın Yunus Emre adlı tiyatro eserinde, bu hususla ilgili hikmet dolu bir sahne vardır. Hulâsa olarak şöyledir:
Yunus Emre Hazretleri, şeyhi Taptuk Babaʼnın dergâhında, nefsini terbiye etmek için “erbaîn”e girer. Kırkıncı gün, nefsine sahip olup olamayacağı hususunda bir imtihandan geçirilir.
Derviş Yunus, çilehânenin kapısında bir kadın sesi duyar. Gelen, -güyâ- şeyhinin kızıdır. Yunus kapıyı açmaz. Kız ise, türlü diller dökerek kapıyı açtırmaya çalışır.
“‒Ey Yunus! Kırk gündür burada çile çektin. Kendini benimle bir imtihan et.” der. Yunus, bu nefs imtihanıyla yüzleşmek için kapıyı açtığında, karşısında “Siyahlı Adam”ı bulur.
Siyahlı Adam; Yunusʼun riyâzet ve mücâhedeleri neticesinde iç dünyasından çıkıp karşısında belirmiş olan nefsinden başkası değildir. Yunus, onu kovarak kendisinden uzaklaştırmaya çalışır. O ise bir gölge gibi sahibinden ayrılmaz. Üstelik türlü vesveseler ve zehirli fikirlerle, Yunusʼu çıktığı yoldan geri döndürmek ister. Onu, servet, şehvet ve şöhret vaatleriyle, nefsine karşı verdiği amansız mücadeleden vazgeçirmeye çalışır.
Yunus, Siyahlı Adamʼı, yani nefsini yakalamışken, onu öldürmek ve artık onun sıkıntılarından tamamen âzâde bir ömür sürmek ister. Siyahlı Adamʼı boğmaya kalkışır, boğamaz. Su testisini Siyahlı Adamʼın kafasına çarpar. Fakat testi, bir gölgenin içinden geçer gibi gidip duvarda patlar.
Neticede Yunus, nefsini öldüremeyeceğini, fakat onu “Lâ ilâhe illâllah” zikriyle zincire vurabileceğini anlar. Zikri duyan ilâhlık dâvâsındaki nefs, âdeta çarpılmışa dönerek geri çekilip odadan çıkar.
Sonra Taptuk Babaʼnın sesi duyulur. Yunus, bu sefer de nefsinin, şeyhi kılığında geldiğini düşünerek tereddüt eder. Fakat Taptuk Baba, gelenin kendisi olduğunu, nefsinin ise zincire vurulmuş hâlde bulunduğunu söyleyerek kapıyı açtırır. Ardından, buradaki çilesinin bittiğini, artık son nefese kadar sürecek büyük çilehânedeki çilesine başlayacağını haber vererek onu “er meydanı” dediği dış dünyaya çıkarır. Dergâha dağdan odun taşımakla vazifelendirir. Ardından da, kızını ona nikâhlayacağını söyleyip şu nasihatte bulunur:
“‒(Yunus!) Hiçbir hak yeme! Nefsin hakkını da… Nefsin hakkı, şerîatte yazılı olduğu kadar… Ne bir lokma eksik, ne bir lokma fazla… Nefsi zincire vurmak böyle olur. Nefsini öldürmeye çalışma! (Zira nefs ölmez. Sen onu) îmâna getirmeye çalış! Allah onu yenmek için yarattı seni!..” (N.F. Kısakürek, Yunus Emre, sf. 36-44, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1984.)
Velhâsıl nefs, her yere ve her kılığa girer. Sahibini bir gölge gibi takip eder. Onu bütünüyle bertaraf etmek ne mümkündür ne de makbuldür. Makbul olan; onun gücünü mânevî terbiye ile kontrol altına alarak Hakkʼa kulluğa râm etmektir. (Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Mart-2015)